Mesleğe ilk başladığım yıllarda tanıklık ettiğim çalışma ortamları,
bugünle kıyaslandığında adeta başka bir zamana ait gibiydi.
İşletmelerde;
hem işverenlerin, hem de çalışanların gözlerinde bir heyecan vardı.
İş yapma arzusu,
fikir üretme isteği,
emek sonucu elde edilen verilerin paylaşılması;
herkes için mutluluk kaynağı olurdu.
Rekabet elbette vardı;
fakat bu rekabet, zarafetle, arkadaşlıkla, insani ilişkilerle sınırlandırılırdı.
Kısaca; çalışılır, sonra da emeğin hakkı doğrultusunda bir beklentiye girilirdi.
İşverenlerin önemli bir bölümü;
Anadolu’dan gelen, o yörenin kültürünü taşıyan,
insani değerlerini henüz yitirmemiş kişilerdi.
İş başarma konusundaki istek ve adanmışlık,
bazen; farkında olunmadan içselleştirilmiş bir meziyet olarak, karşımıza çıkardı.
Çalışanlar arasında; kimi zaman, birbirinin ayağını kaydırma niyetiyle davrananlar olurdu;
fakat bu tür durumlar, çabucak fark edilir, komik bir paradoksa dönüşür,
gülerek anlatılan bir dedikodu malzemesi hâlini alırdı.
İnsanların yüzlerinden utanmaları, heyecanları okunurdu;
o dönemlerde aldırmazlık, vurdumduymazlık gibi hissiyatlar; henüz kök salmamıştı.
Söylenen her söz, yapılan her öneri dikkate alınır; değer görürdü.
O dönemin insanında; bir saflık, temiz düşünce hâkimdi.
Kurnazlık, oportünist tavırlar, sahte yaklaşımlar çok nadiren görülür,
görülse bile; kabul görmezdi.
İnsanlar duyarlılıkla, kendi imkânları dâhilinde yaşamaya çalışır;
istek ve beklentilerini kazançlarının birikimiyle, aile ekonomisi içinde şekillendirirdi.
Küçük şeylerle mutlu olmak mümkündü.
Şakalaşmak, gülmek, mütevazı hedefleri paylaşmak, doğaldı ve
bundan kimse rahatsızlık duymazdı.
O yıllarda da ekonomik sorunlar yaşanır,
zaman zaman paranın değeri düşürülerek; dengeler kurulmaya çalışılırdı.
Ancak, tüm bu zorluklara rağmen;
çalışanların hakları gözetilir, kimse emeğinin karşılığından mahrum bırakılmazdı.
Özellikle bazı sektörlerde, örneğin tekstilde;
çalışanlara kumaş, giysi gibi ürünler hediye edilir;
fazla ihtiyacı olanlara ise; yöneticiler tarafından gizlice yardımlar ulaştırılırdı.
Yardım etmek bir meziyetti; gösterişle değil; içtenlikle yapılırdı.
Bugünse; durum oldukça farklı.
Fazla üretilen ürünler, çalışanlara ya da ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak yerine;
"ürünün piyasadaki değerini düşürmesin" endişesiyle imha edilmekte.
Üstelik; bu ürünler sapasağlam, kusursuz ve kullanılabilir durumdayken…
Bu imha işlemleri, kimi zaman doğrudan çalışanlara yaptırılmakta ya da taşıttırılmakta.
Ardından da zayi raporları düzenlenerek, bu kayıplar vergiden düşürülmeye çalışılmakta.
Yani; hem mal israf edilmekte, hem de insani ve etik değerler göz ardı edilmekte.
Bu yazıyı kaleme almama vesile olan asıl neden ise;
bizzat şahit olduğum ve beni derinden etkileyen bir olaydır.
İkinci kez deneyimlediğim bir iş yerinde;
kalp krizi geçirme riski sağlık raporlarıyla belgelenmiş bir personelin,
hiçbir insani hassasiyet gözetilmeden, apar topar işten çıkarıldığına tanıklık ettim.
Bu tabloyu;
mesleğe ilk başladığım yıllara ait bir başka örnekle karşılaştırmadan edemedim:
1995 yılında, henüz stajyerken çalıştığım bir plastik firmasında;
ayaklarında damar tıkanıklığı tespit edilen bir depo çalışanı,
yalnızca bir haftalık personel olmasına rağmen;
firma sahibi tarafından tanınmış bir özel hastanede uzun süre tedavi ettirilmiş,
ailesine maddi manevi destek sağlanmış ve ardından; tekrar işe başlatılmıştı.
Bu örnek; geçmişte insanın değeriyle,
bugünün maliyet odaklı bakışı arasındaki farkı,
tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermekte.
Günümüzde, yalnızca sağlık değil;
maddi haklar konusunda da benzer çarpıklıklar yaşanmakta.
Öyle ki;
çalışanla, maaş artı ikramiye dahil olacak şekilde bir ücret üzerinde
mutabık kalınmasına rağmen;
bu ikramiyeler, “açıktan verilen sadaka” olarak sunulmakta;
üstelik, bu sadaka için dua edilmesi bile beklenmektedir.
Bu yaklaşım;
hem emeğin onurunu zedelemekte,
hem de inançların istismar edildiği ucuz bir "dinciliğe" kapı aralamaktadır.
Hak edilen bir geliri “sadaka” gibi sunarak; sevap kazanma çabası,
aslında; görünürde hayır gibi dursa da
altında tinsel menfaat beklentisi barındıran bir yaklaşımdır.
Oysa; bir zamanlar, iş yerleri yalnızca geçim kaynağı değil;
insani değerlerin, saygının, duyarlılığın ve dayanışmanın yaşandığı sosyal alanlardı.
Şimdi, bu değerlerin yerini; görünürlük, hesaplılık ve menfaat ilişkileri almış durumda.
Belki de bu yazının amacı,
yalnızca bir geçmiş özlemi dile getirmek değil;
aynı zamanda, bugünü sorgulamak ve
geleceğe daha insani bir perspektif sunmaktır.
Zira; ne üretim, ne kâr, ne de büyüme;
hiçbir şey, insanın değeri ve emeğin onurundan daha önemli değildir.
Cengiz HERGÜNLÜ
SMMM-Bağımsız DENETÇİ.