Eskiden doğa, nefes alınan yerdi.
Şimdi, nefes alınacak yerler;
ihale dosyasında, “turizm potansiyeli” diye geçiyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen yeni yasa tasarısı;
milli parklarda, otel ve tesis yapılmasına izin veriyor.
49 yıllık işletme hakkı, “başarılı işletmelere” 99 yıla kadar uzatılabiliyor.
Kısacası, doğa artık korunacak değil; kiralanacak.
Bu, kulağa çevre meselesi gibi gelebilir, ama; aslında saf bir ekonomi politikası.
Çünkü; Türkiye son beş yılda turizm gelirini yüzde 37 artırdı;
2025’in ilk sekiz ayında 36 milyar dolar.
Bu kadar yüksek gelir getirici bir sektörde,
“doğayı turizme açmak” kulağa büyüme stratejisi gibi geliyor.
Ama; ekonominin temel kuralı şudur: her kaynak iki kez kullanılamaz.
Bir alanı; hem koruyup, hem kiraya veremezsiniz.
Bir ağacın köküne beton döktüğünüzde,
sadece toprağı değil; gelecek neslin nefes payını da ipotek edersiniz.
Bu tartışma yeni değil.
1982’de çıkarılan “Turizmi Teşvik Yasası”yla,
Antalya–Muğla hattında 50 bin dönüm orman arazi turizm yatırımına açılmıştı.
O dönem “kalkınma hamlesi” denilen adımların bir kısmı,
2 binlerde sahil bandında imar affı dosyalarına dönüştü.
Şimdi 2025 Türkiye’si, benzer bir kavşağa yeniden geliyor.
Sadece fark şu: o zaman devlet doğayı satıyordu, bugün kiralıyor.
Yani; mülkiyet değil, işletme devri.
Modern tabirle: “leasing modelinde çevre yönetimi.”
Ekonomik açıdan bakarsak, bu yasa kısa vadede bütçeye döviz getirir.
Ama; uzun vadede, “doğal sermaye kaybı” yaratır.
Çünkü; doğa da bir varlık tablosudur; gelir yazarsın,
ama; amortismanı yok sayarsan, bilanço şişer.
OECD’nin “Green GDP” hesaplamasına göre;
çevresel tahribat dikkate alındığında,
Türkiye’nin büyüme oranı; son 10 yılda ortalama yüzde 0,8 daha düşük olmalıydı.
Yani; biz aslında biraz borçla büyüdük — ama borcun adı karbon.
Bu noktada ekonominin sarkastik gerçeği devreye giriyor:
Bir ülke, betonu ölçebiliyor ama gölgesini ölçemiyor.
Turizm tesislerinden gelecek yıllık kira gelirleri,
30 milyar TL civarında öngörülüyor; bu, bütçeye göre önemsiz bir rakam.
Ama; doğanın kaybı, hesaba girmiyor.
Hatırlarsanız; 2021’deki Akdeniz orman yangınlarında, 140 bin hektar alan kül olmuştu.
Sonrasında; orman fonuna aktarılan kaynak,
yangın sonrası yeniden ağaçlandırmanın sadece yüzde 22’sini, karşılayabildi.
Yani; biz, doğayı sadece yaktığımızda değil; hesap tutmadığımızda da kaybediyoruz.
Bu işin bir de “ekonomi psikolojisi” boyutu var.
Vatandaşın gözünde doğa, artık kamusal alan değil, yatırım fırsatı.
Tarla mı, arsa mı, orman mı fark etmiyor — fiyat etiketi varsa, “potansiyel” var.
Bu anlayış, sadece üst gelir grubunun rant peşinde koşmasıyla sınırlı değil;
orta sınıf da “arsa payı” üzerinden emeklilik hayali kuruyor.
Çünkü; güvenli yatırım kalmadı.
Ne mevduat enflasyonu yeniyor, ne borsa güven veriyor.
Doğal kaynak, adeta “yeni döviz mevduatı” gibi algılanıyor.
Ama; bu mevduatın, faizi yok — sadece erozyonu var.
Buradaki büyük paradoks şu:
Devlet, ekonomiyi canlandırmak için doğayı ticarileştiriyor;
vatandaş, enflasyondan korunmak için toprağa yatırım yapıyor.
Sonuç: iki taraf da aynı ağacı, başka sebeplerle kesiyor.
Ekonomide “doğal sermaye” kavramını ciddiye almadan büyüme,
sadece; betonun GSYH’ye katkısını artırır; refahı değil.
Bir ülkenin; milli geliri yükselirken, yaşam kalitesi düşüyorsa,
orada ekonomi değil; metrekare ölçülüyordur.
Bu noktada tarih yine kendini hatırlatıyor.
1937’de Atatürk;
Yalova’daki köşkünün önündeki çınar ağacının dalları kesilmesin diye köşkü raylara aldırmıştı.
Bugün; aynı ülkede, çınarın yerine otel koymayı konuşuyoruz.
Demek ki; kökler aynı, ama; değerleme metodu değişmiş.
Belki de mesele, ideolojik değil; ölçüm hatası.
Çünkü; doğayı, “harcama” kalemi sanıyoruz; oysa o, en ucuz maliyetli altyapı yatırımımız.
Bir karbondioksit emisyonu için milyar dolarlar harcanırken, ağaç bunu bedavaya yapıyor.
Ekonominin ironisi burada:
enflasyonu düşürmek için faiz artırıyoruz ama; oksijenin fiyatını hiç sormuyoruz.
Sonuçta;
milli parkta otel yapmanın anlamı, sadece çevresel değil;
ekonomik önceliklerin göstergesi.
Bir ülke, tasarruflarını toprağa gömüyorsa; toprağın üstü kadar altı da değerlenir.
Ama, unutmamak gerek: her otel bir gün eskir; her ağaç, kendi kendine yenilenir.
Ekonomi bunu bilir — ama bazen; bilmezden gelmeyi daha kârlı bulur.