Faizler 46’ya dayandı, dayanan kim?
Merkez Bankası, geçtiğimiz gün;
yine sessiz sedasız, ama; etkisi bol bir hamle yaptı.
Politika faizi yüzde 42,5’tan, yüzde 46’ya yükseltildi.
Ekonomistlerin büyük kısmı;
“Bu ay pas geçerler” diye düşünüp, rahat nefes almışken;
Para Politikası Kurulu, “Sürpriz mi istediniz?” diyerek;
350 baz puanı, masaya bıraktı.
Bu kararla birlikte;
faiz, artık; neredeyse enflasyona omuz atacak seviyeye geldi.
Şimdi; bir yanda, "faiz artmazsa enflasyon düşmez" diyenler,
öte yanda, "bu kadar faizle ekonomiyi kim ayakta tutacak" diye
serzenişte bulunanlar var.
Ortada kalan ise; her zamanki gibi halk ve küçük işletmeler.
Faiz artışının etkisi, vatandaşın cebine anında yansımaya başladı.
Kredi kartı kullanıcıları için yeni dönem, resmen başladı:
Asgari ödeme, artık sadece bir ödeme değil; karakter testi.
Ay sonunda ekstre geldiğinde;
“Ben ne aldım da bu kadar olmuş?” sorusu, yerini;
“Ben nasıl ödeyeceğim bunu?” paniğine bırakıyor.
Kredi borcunu borçla kapatmaya çalışanlar için ise;
gecelik faiz oranı yüzde 49 seviyesinde.
Yani; banka kartınızla yaptığınız her alışveriş,
aslında; minik bir ihtiyaç kredisi çekmekten farksız hale geldi.
Market poşetini taşımak bile ağır gelmiyor artık; asıl yük, ekstrede.
Bir de, bu işin işletme tarafı var.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler için krediye ulaşmak, zaten kolay değildi,
şimdi ise; neredeyse ekstrem spor kategorisine girdi.
Ticari kredilerde faiz yüzde 50’ye dayandı.
Bankalar artık; sadece faiz değil, cesaret belgesi de istiyor gibi.
“Yatırım yapayım, istihdamı artırayım” demek;
bu tabloda, kulağa biraz Don Kişot’luk gibi geliyor.
KOBİ’ler için önümüzdeki dönem daha çok 'nakit yönetimi’ değil;
'krizden sağ çıkma rehberi’ gibi geçecek.
Peki; bu faiz artışı, vatandaşa ne kazandırıyor?
Teoride, mevduat faizleri yükseliyor.
Bazı bankalar, 32 günlük TL vadeli hesaplara;
yüzde 48-50 seviyelerinde faiz veriyor.
Pratikte ise;
bu da enflasyonla yarışta bir tür aldatıcı teselli.
Yani; paranız durduğu yerde artmıyor, sadece biraz daha yavaş eriyor.
Kâr ettiğinizi sanırken;
aslında, daha az zarar etmiş oluyorsunuz.
Ekonomide yeni başarı ölçütü bu: Az zarar, çok mutluluk.
Bir de döviz cephesi var tabii.
Piyasa katılımcıları, yıl sonu için dolar/TL kurunu 43,60 olarak öngörüyor.
TL’ye dön çağrıları sürüyor, ama; halkta güven kırıntısı kalmadıysa,
TL’ye dönmek de biraz "evlilikten dönmek" gibi;
zamanında yapılmadıysa, geri dönüşü daha pahalıya patlıyor.
Kur Korumalı Mevduat’tan çıkışlar sürse de döviz talebi hâlâ dipte değil.
İnsanlar; parasını park edecek güvenli bir garaj arıyor,
ama; çoğu zaman, bariyer otomatik kapanıyor.
Peki, bundan sonra ne olacak?
Herkesin aklındaki soru, bu.
Merkez Bankası, önümüzdeki toplantıda;
faiz artışlarına devam mı edecek,
yoksa; “biraz bekleyip görelim” moduna mı geçecek?
Belki de bizi, bir sürpriz daha bekliyor.
Şahin mi gelir, güvercin mi uçar, bilinmez. Ama; şu kesin:
Her PPK toplantısı, artık; bir gerilim filmi gibi izleniyor.
Halk için bu yeni faiz ortamı;
cebinde taşıdığı TL’nin, biraz daha fazla değerli hissettirilmesi anlamına geliyor,
ama; onun da ömrü kısa.
Faturalar, kredi kartı borçları, kiralar derken;
bu faiz artışının hayatı ucuzlatmak değil,
sadece; pahalıya sabretmeyi öğretmek gibi bir etkisi var.
Taksitli hayatlarımızda artık; her ay, daha uzun bir takvim gibi.
Bugünü kurtarmak için yarını ipotek etmeye, devam ediyoruz.
Sonuç olarak;
Merkez Bankası enflasyonla mücadele için
elindeki en keskin araca, faize sarılmış durumda.
Ama; bu mücadelede en büyük yük, yine vatandaşa düşüyor.
Mevduat sahibi, seviniyor gibi görünse de enflasyon karşısında hâlâ geride.
KOBİ’ler ise; “iş yapma” yerine, “hayatta kalma” hedefini benimsemiş durumda.
Ve ekonomi; artık, matematikten çok psikolojiyle ilerliyor.
Faiz yüzde 46 oldu.
Belki de esas sorulması gereken şu:
Faiz arttı da dayanma gücümüz ne kadar kaldı?