bursa escort bursa escort
1xbet MobilBetturkey GüncelBetist Mobiltrbetsupertotobet bonusbetrollerbetpionerMariobet Güncel GirişBahis.com girişTarafbet Giriş
1xbet supertotobet
Bugun...



Kabus gibi bir Kasım…


facebook-paylas
Güncelleme: 25-12-2024 13:47:27 Tarih: 01-12-2024 01:23

Kabus gibi bir Kasım…

Aramızda kalsın ama; Kasım ayı, adeta kâbus gibi geçti.

 

Tam 32 yıl önce;

Kasım 1982’de, Amerika’da yine saati 10 dolara bir tenis dersi daha vermiştim ve

salam, peynir, süt ve ekmek aldıktan sonra eve varmıştım.

 

Aralık ayında, birlikte yaşamak için yanıma taşınması gereken İsveçli sevgilim,

bana ekspres posta ile iki ayrılık mektubu yollamıştı.

Ne yaptıysam, fikrini değiştiremedim.

Benim için bir yıkım gibiydi.

 

Biz sanatçıların, zor anlarda üretme güdüsü tavan yapabilir.

İşte o ani ayrılığın acısıyla, birçok resim yaptım.

 

“I Never Liked November Anyway”

(Kasım ayını zaten hiçbir zaman sevmedim) bunlardan biriydi.

O eser, şimdi kim bilir hangi evde asılı…

 

Ben zaten;
Nisan başı-Haziran sonu arası yaşayan, bir bahar insanıyım.

 

Kasım gerçekten en sevmediğim aydır.

Günler hızla kısalır, soğuk hava, yağmur çamur gelir.

 

Bu sütunu takip edenler;

herhalde benim, futbol ve tenis hastası olduğumu bilirler…

 

Teniste sorun yok ama;
bu Kasım ayında, Milli Takım’ın başına gelmedik kalmadı.

Milli Takımımız, futbol dünyasının “Şanzelize’sine” taşınmak üzereydi ama;
üst üste iki maç sınıfta kaldı.

 

Fenerbahçe deseniz, Türkiye’de herkesi yendi ama;
Hollanda’da Avrupa seferindeki gemimiz fena battı! 

 

İKTİDAR BASKIYI TAM GAZ SÜRDÜRÜYOR

 

Bırakın futbolu tenisi, daha hayati konulara girelim.

Bütün ülkeyi baştan sona sarsan

her türlü bela, felaket, çirkinlik, adaletsizlik;

her şey, sanki; Kasım’da tavan yaptı, yoğunlaştı…

 

Geçtiğimiz Ağustos ayında gelen Narin Güran olayı,

artık çözüleceğine, her gün daha da batağa saplanırken;
üst üste akıl almaz haberler, birbirini izledi. 

 

Onlardan yalnız birkaçını hatırlamamız bile;
bu Kasım'dan nefret etmek için yeter de artar bile!

 

Bir de adı belirsiz, “kayyum-kayyım” krizimiz var, her gün dallanıp budaklanan…

DEM Parti belediyelerine, adeta saldırırcasına;
o pozisyonlara kayyum atanmasından önce,

CHP’nin Esenyurt Belediyesi, sanki öncelikle pilot bölge olarak;
dönemin ilk kayyum denemesini yaşadı; sonra diğerleri birbirini takip etti.

Üstelik; ardından, sıranın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne geleceği söylentileri,

halkımızın midesini daha da bulandırdı…

 

Aynı günlerde;
hakkında o güne kadar, söylenecek hiçbir kötü söz bulunamayan,

Ankara Büyükşehir Belediye başkanı Mansur Yavaş hakkında,

konserlere devasa paralar dağıttığı savıyla;
önce dedikodulu yorumlar yaydırılmış, sonra da hemen soruşturma açılmıştı.

 

Gören zanneder ki;

- başta dinozor parkı olmak üzere -

AKP Belediyeleri, bugüne kadar sütten çıkmış ak kaşık gibi davranmışlardır ve

CHP Belediyeleri’nin sözde müsrifliklerinin yanında,

bahsi geçen rakamların belki 50 misli, 100 misli rakamlar etrafta uçuşmamıştır!

 

Kendini madene hapsederek;

Çayırhan Termik Santrali’ndeki özelleştirmeye karşı,

protestolarını inançla sürdüren 500 işçimiz, maalesef; hala,

hükümetin iş yerlerindeki can güvenliği konusunda da

kaygılarını gidermediğini, haklı olarak vurgulamaya devam ediyorlar.

 

Dua edelim ki;

değerli işçilerimiz hakkında da onların taleplerini gerçekleştirmek yerine,

benzer senaryolar yürürlüğe konmasın…

 

Millî Eğitim Bakanı’nın işgal ettiği koltuğu ve

tarumarı sürdürüp, katmerlendirdiği eğitim sistemini umursamadan;

halkı isyan ettirerek, bodoslama laikliğe saldırması,

Atatürk dönemi ve din-devlet ilişkileri hakkında, ileri geri iddialar öne sürmesi,

toplumun bütün aydın kesimlerinden hak ettiği cevapları almış;
“Şark cephesinde yeni bir şey yok” dedirtmiştir…

 

TEĞMENLERDEN NASUH’A KADAR, EN AĞIR SUÇLAMALAR…

 

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye,

ortalığı gururla inleten genç teğmenlerimizin yaşamadığı kalmadı;

kriz kuluçkaya yattıktan sonra, disipline verildiler ve

ülkenin ezici çoğunluğu, o günden beri;
onlara duyduğu sevgi ve hayranlıkla, yaşadıkları haksız tehditler arasında,

kendini; binbir parçaya bölünmüş hissediyor!

 

Nasuh Mahruki;

halkımızın en sevdiği, en sağlam bulduğu, en güvenilir karakterlerden biri.

 

Akut’la beraber başardıkları, 

Everest’in tepesine Türk bayrağını dikmesi,

her depremde, her felakette canını hiçe sayarak

- hatta annesinin vefatında dahi -

afetzedeleri kurtarmak için harcadığı büyük çaba,

onu Türkiye’nin sevgilisi yapmıştı.

 

Twitter’da; Türkiye’nin seçim sistemi üzerine duyduğu endişeleri

dile getirirken; hakkında soruşturma açıldı ve tutuklandı. 

 

Demokratik bir ülkede;
aydınların, yazarların, vatandaşların,

medya veya sosyal medya üzerinden;
iktidara ya da birbirlerine eleştiri yapma hakları, kutsaldır.

Tıpkı; iktidarı veya başka partileri, övme ve destekleme hakları gibi. 

 

Yerginin olmadığı yerde, övgünün de hiçbir değeri yoktur.

Mahruki; yıllardır Türkiye’nin gururu olmuş, lider, sporcu,

yazar ve sorumlu - örnek insan kimlikleri ile

herkesi derinden etkilemiş bir vatandaşımızdır.

 

Ama; kimsenin anlam veremeyeceği bu ağır hassasiyet (!) ile

sanki, Türkiye’de iktidar kesimleri herkese;
sonsuz bir nezaket, şeffaflık, dürüstlük ve zarafetle davranıyormuş gibi

bir anda, Mahruki günah keçisi yapılmış ve

nurtopu gibi bir krizimiz daha olmuştur!

 

Onun ardından;
herkesin bahsettiği bir konuya televizyonda değindikleri için,

sıra özgür gazeteciliğimizin en iyi temsilcilerinden

İsmail Saymaz ve Fatih Altaylı’ya gelmiş,

hemen; onlar hakkında da anlaşılmaz şekilde,

zaten medyaya fazlasıyla yansımış,

MHP milletvekilleri ile ilgili koyu gri durumlar hakkında konuştukları için

açık soruşturma açılmıştır.

 

Adeta; her birimizin “casus” olarak tanımlanmasını sağlayacak,

“Etki Ajanlığı” yasası, ikinci kere parlamentoda geri çekilmiş, ancak;
demoklesin kılıcı gibi Türkiye’de tepki vermeyi bilen insanların üzerinde,

en tehditkar şekilde sallanmaktadır!

 

İktidarın; arzu ettiği herkese karşı, inanılmaz suçlamalar dökümünü,

legal olarak saptama ve tanımlama konusunda, çok özel ve derin bir kabiliyeti vardır… 

 

Mesela; Nasuh’un,

“Halk arasında korku, panik ve endişe yaratacak şekilde,

kamu düzenini ve iç ve dış huzuru bozacak, yalan haber paylaşmak” ya da

teğmenler hakkında;
“Devletin ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin,

nitelik itibarına zarar verecek tutum ve davranışlarda veya

ağır suç veya disiplinsizlik teşkil eden fiillerde bulunmak”…

 

Ama ilginçtir ki;
değerli savcılarımızın aklına hiçbir zaman;
halkı birbirine düşürmek, endişe yaratmak ve benzeri suçlamaları;
Atatürk’e karşı, Anıtkabir’e karşı, laikliğe karşı, anayasanın temel maddelerine karşı

her türlü saygısızlığı ve saldırıyı;
açıkça, medya veya sosyal medya yoluyla yapan kişiler için

devreye sokmak gelmiyor.

 

Onlar hakkında;
bu hazır kalıp, ağdalı suçlamalar;
hiçbir şekilde, böyle hızlı ve “otomatik” olarak devreye giremiyor!

 

KADINLARIMIZIN KAPKARANLIK KASIM’I VE YENİ HEDEF: BEBEKLERİ!!

 

Maalesef; yıllardır;
kadınların şiddete uğrayarak,

öldürüldükleri, dövüldükleri ülkemizde;
Kasım 2024, bu istatistiklerde tavan yapmış,

rekor sayıda kadınımız; psikopat erkekler tarafından öldürülmüştür.

 

Peki, ne beklersiniz böyle bir ülkede?

 

Herhalde; hükümetin mahcup olmasını,

kadın haklarını öne çıkararak;

yaşanan dev şiddet olaylarına karşı, halkı ayağa kaldırmak için

onlara destek vermesini değil mi?

 

Fakat, Türkiye’de; ilginç bir şekilde, her şey tersinden yaşanır.

Şiddete karşı düzenlenen yürüyüşe izin verilmediği gibi

bunu deneyenler, en sert şekilde polisler tarafından durdurulmuşlardır!

 

Yenidoğan Çetesi;
daha önce dediğimiz gibi nereden çıkabildiğini anlamadığımız,

Orta Çağ’ın bile yanlarında hümanist görünebildiği, bir utanç şebekesidir.

 

Her gün medyada;
hemcinslerinin hunharca katledildiğini görerek yaşayan,

her gün yeni katliam haberlerine uyanan ve 

bu kabusların ortasında yaşayan kadınlarımızın durumu,

anlaşılan; yeterince rahatsız görülmedi.

 

İktidar; onları nasıl daha da mağdur edebilirim diye,

herhalde çok düşündü ki; yeni bir uygulamaya yöneldi:

 

Özel hastane teröründe, bebeklere sahip çıkmadıkları gibi

bütün bu olaylardan sonra;
ne yapacağını bilemeyen ve

muhalefete olan saldırılarını her sahada beşinci vitesi çıkarmış olan iktidar güçleri,

hızlarını alamadılar ve bu defa;

sosyal devlet pratiği eksikliğini görüp,

taşın altına elini koyan belediyelerin hizmete soktuğu

“çocuk kreşlerini” yeni hedefleri olarak ilan etmeye, karar verdiler!

Şaka gibi gerçekten… 

 

PEKİ “GÜZEL” NELER OLDU?

 

Ekrem İmamoğlu’nun bu kreşler konusunda,

“Hadi buyurun, gelin kapatın bakalım kapatabiliyorsanız!”

şeklinde meydan okuması, içimin yağlarını eritti!

(Olur mu dersiniz?

AKP’nin polis ve jandarmaları artık bebeklerimizin yuvalarını da mı basacaklar?) 

 

Bence; yaşanan diğer “güzel olay”;

bütün bu ağır dert-tasa ve streslerin ortasında,

hala; bizi güldürmeye çalışan, iyi kalpli AKP’li ünlü siyasetçiler olmasıydı!

 

Genel Başkan yardımcısı ve eski Bakan Nihat Zeybekçi;
“Şurada bunu net şekilde söylüyorum,

eğer; Atatürk bugün hayatta olsaydı, CHP’ye üye bile yapmazlardı. 

Atatürk’ün üye olacağı tek yer, AK Parti olurdu” derken;

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin;
“Sizin anladığınız laiklik, camilere kilit vurmak ve ahıra çevirmek” deyiverdi!

 

Gerçekten onlara rakip olacak tek tanıdıklarımız,

Cem Yılmaz ve Ata Demirer olabilirdi ancak…

 

Bu korkunç ayın ortasında 13 Kasım’da,

geçen hafta yazdığım şekilde;
“Telefon Çetesi” bana karşı en ağır senaryolarını yaşama geçirdiler ve

tam e-Devlet hesabıma el koymalarına ramak kalmışken;
olaya uyanmamı engelleyemediler!

 

Bu da, “kıssadan hisse” halkımıza her yerden yaydığım;

bir uyandırıcı hap gibiydi… 

 

Bir dördüncü ve hatırladığım son güzellik,

Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisi hakkında açılan hakaret davasında,

tarihe geçecek bir savunmayı;
mahkemenin ve medyalar aracılığıyla, Türkiye’nin gözüne sokmasıydı…

 

Tahmin ediyorum; onun aleyhine dava açanlar,

için için o noktada suspus kaldılar;

davayı açtıklarına, açacaklarına pişman oldular. 

 

Kılıçdaroğlu’na telefon ederek, kendisini tebrik ettim ve

bu metnin, dünya siyasi tarihine geçecek düzeyde olduğunu düşündüğümü ve

buna gönülden inandığımı söyledim.

 

Tabii ki; yazdığı bu müthiş savunma,

Kılıçdaroğlu’nun; halk hatta, CHP’liler düzeyinde yarattığı;

tüm, zaman ve ivme kayıplarını örtmez.

 

Maalesef;
hiçbir hatasını kabul etmemek,

örneğin; “Ekmek için Ekmeleddin” projesini dahi; hala savunabilmek,

Davutoğlu ve Babacan ortaklıklarının hala arkasında olmak;

kendisinin, olmazsa olmaz -bence gereksiz- bir ısrarıdır.

 

Hata insan içindir, fakat; bundan ders almayı başarırsanız…

 

Maalesef, görüyoruz ki;
Türkiye Cumhuriyeti’ne kasteden FETÖ’nün yapmayı denediği darbe girişimi,

kesinlikle; AKP iktidarına bir ders niteliği oluşturmadı.

 

15 Temmuz sonrası, AKP’nin duyduğu mahcubiyet hiç uzun sürmemiş ve

şu anda kendilerine dur diyecek hiçbir “fizik gücün” ortada görünmemesi;

bu gidişatı, beşinci vitese çıkarma senaryosunu hızlandırmıştır.

 

Evren, bizi; buna benzer, Kasım aylarından ve beterlerinden korusun!

 

 

 

Bedri Baykam
bedribaykam1923@gmail.com

 







Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER GÜNDEM Haberleri

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HABER ARA