![]() |
Tweet |
Aslında siyaset yazmayı planlıyordum,
ama; Avusturya-Türkiye maçının, yediden doksan yediye, herkesi mest etmesi ve
Almanya’da A Milli takımımızın başarıları art arda gelince; makalemin aksı da spora kaydı.
Avrupa’nın hatta; dünyanın her yerinde bulvarları birbirine katan,
keyifli ve gurur dolu kutlamaları, en güzel şekilde izledik.
Bazen; Mert Günok gibi heyecanla sağa sola atladık,
bazen de; Merih Demiral gibi kalenin önünde toplara yükselip, kafa atmaya kalkıştık!
Arda Güler’in topu her ayağına aldığında,
dört Avusturyalı’nın sıkıştırmasına rağmen;
aralarından hayalet gibi geçtiğini görerek, rahat bir nefes aldık.
Bu sütunlarda futbol ya da genel olarak spor konu edildiğinde;
burun kıvıranlar, hatta; futbolun milyonlarca kişiyi uyuşturduğunu söyleyenler var.
Tabii ki ben de bundan çokça nasibimi almışımdır:
“Bedri Bey;
hiç yakışıyor mu sizler gibi aydınlara,
bu kadar fanatik şekilde; bir takımı ve futbolu takip edip irdelemek,
hele; ülkenin onca başka sorunu varken…”
Emin olun;
bu sözleri, Fazıl Say’a veya
benim gibi sayısız “futbol hastası” sanatçıya ve yazara söyleyenlere hiç kızmıyorum.
Tabii ki; iyi niyetle ve
aslında yaşam standartlarını ve değerlerini savundukları halkın
iyiliği için söylediklerine, candan bir şekilde inanıyorlar…
Her birine; iyi niyetlerinden şüphe duymadan, samimiyetle saygı duyuyorum.
PEKİ HALKLAR, FUTBOL TUTKUSUNDAN NE KAZANIYORLAR?
Futbol, dünyanın en yaygın sporu.
Belki, Amerika’da en önemli spor değil;
kimi ülkede basketbol, kimisinde kriket veya başka bir spor öne çıkabiliyor ama;
dünyanın geneline baktığınızda; futbol tartışmasız zirvede.
İster derbi olsun,
ister Avrupa Şampiyonası veya
Dünya Kupası’nın kritik bir maçı; dünyanın her yerinde,
- neredeyse Covid zamanında olduğu gibi - sokakların boşaldığını görürsünüz.
Üstüne düşünmeye kesinlikle değer;
futbol, gerçekten halkı uyuşturmaya veya siyasal pasifliğe mi itiyor?
Türkiye’de de, birçok başka ülkede de;
halkın yaşadığı ekonomik sorunları, çok iyi biliyoruz.
İnsanlar, ay sonunu nasıl getireceklerini bilmiyorlar.
Sağlık, eğitim ve insanca yaşam standartlarına ulaşım konusunda,
korkunç zaaflar yaşayan milyarlarca insan var.
Ve bu insanların en az yarısı, futbol fanatiği!
Futbolun bir şekilde bu insanlara zarar verdiğini düşünenlerin,
belki farkında olmadan; biraz haksızlık yaptıklarını düşünüyorum.
Bu insanların belki de yalnız çok küçük bir yüzdesi;
güzel sanatlardan, operadan, tiyatrodan bu kadar çok zevk alabiliyorlar.
Futbol ise; bu dev kitlelerin,
neredeyse tuttukları takımın
teknik direktörlüğünü yapabileceklerine inandıkları kadar sevdikleri, bir alan.
Hem ekonomik, hem sosyal çalkantılar açısından;
büyük sorunlar içinde debelenen Avrupa’da;
şimdi yüz milyonlarca insan,
bu Haziran ve Temmuz ayının getirdiği büyük futbol şöleninden
korkunç bir zevk alıyorlar.
Ne var ki;
buna kızan aydınlar, bu insanlara
“Futbol, sizin faşizme tepki vermenizi, direnç koymanızı engelliyor.
Bilerek bunu önünüze atıyorlar” şeklinde yorumlarla;
onların aldıkları bu zevkin içine, limon sıkmaya çalışıyorlar.
Göremedikleri nokta şu;
mesela, sokakta dev ekranın önünde
tanımadığı insanlara sarılıp ağlayan,
dünyanın her yerinde, bu mutluluğu veya
bazen hüznü paylaşan bu kitlelerin de;
eğlenmeye, birkaç gün veya bir ay mutlu olmaya, dertlerini unutmaya,
kazanılan bu büyük başarıda kendilerinin de haklı bir yeri ve payı olduğuna inanmaya,
gece yatağa bu heyecan, sevinç ve taşkın mutlulukla yatmaya; hakları var.
Bu nedenle;
ister itfaiyeci,
ister simitçi,
ister beyaz yakalı olsun, bırakın bu insanlar da rüya görsün, mutlu olsun.
Ertesi gün bu mutluluğu, çevreleri ile paylaşsınlar.
Dalga dalga yayılan bu mutluluk tetikleyicilerini,
neden onlara fazla görüyorsunuz?
Nereden çıkardınız;
onların, yarın bu nedenle kendi haklarını arayamayacaklarını?
Tam tersine; belki bir araya gelmeyi, topluca iş yapmayı öğrenecekler,
beraber dünyaya bir yön verebileceklerini farkedip;
el ele daha iyi hissetmiş olacaklar!
Ayrıca; neden futbolun eşitlikçi ve demokratik yanı unutuluyor?
Futbol; yalnız patronu ilgilendiren golf,
kahvedeki emekliyi ilgilendiren pişpirik veya
mahalledeki çocuğu ilgilendiren bilye oyunu değil!
Herkesi aynı anda ayağa kaldıran ve eşitleyen; ulusal ve evrensel bir tutkal!
Dünyanın her yerinde bu anlattıklarım geçerli.
Neden dünyanın her yerinde;
en ünlü aydınlar, sanatçılar, yazarlar
açık tribün fanatikleri kadar; futbol hastası olabiliyorlar?
“Şimdi bunların sırası mı?” diye düşünüyorsanız, korkunç yanılıyorsunuz,
çünkü, zaten; bütün diğer maddi, manevi, ailevi, kişisel, yaşamsal sorunlarının
hepsini hallettikleri bir an zaten gelmeyecek.
Dünyadaki her insan;
ama iki saat,
ama iki gün,
ama iki hafta dertlerini rafa kaldırabiliyorsa, bırakın keyfini yaşasınlar!
Dünyadaki insanların birbirlerine duydukları ilgi ve saygı;
spor, sanat ve kültürden geçer.
Mesela; dün, The Guardian gazetesinde;
Arda Güler ve Mert Günok hakkında çıkan övgü dolu yazılar,
belki; İngiltere’den Türkiye’ye gelecek turist sayısına %20 katkı yapacak!
Bir Türk'le karşılaştıklarında, insanların tavrı farklı olacak.
O yazıyı, Messi veya Ronaldo şayet okudularsa;
inanın, Arda’yı kıskanmışlardır!
Daha önce;
2002 Dünya Kupası ve
2008 Avrupa Şampiyonası’nda yarı final görmüştük, iki kere…
Şimdi daha ileri de gidebiliriz.
Bu sefer biz çıtayı daha da yükseğe koyalım!
Benim gözümde hedef; en az final!
Zaten, Montella ve Arda krizini de aştığımıza göre; her şey mümkün.
İtalyan teknik direktörümüz, Avusturya’yı çok iyi analiz etmiş ve
gerçekten özellikle; 5’li savunma hattıyla,
onların saldırgan forvetlerini, çok iyi durdurmayı bildi.
Genç yıldızımız, aynen geçen hafta yazdığım gibi özgürce oynatılırsa;
dünyada parmak ısırtmayacağı futbol insanı yok!
Sevgili kalecimiz Mert, ne mutlu bize ki; çok formda!
Hele, İrfan Can silahımızı devreye sokabilirsek!
Bir de; maçlarda harika işler çıkaran Barış Alper’in kulağına,
biraz daha az egoist oynamasını, birinin fısıldaması lazım.
Bu fırsat önünüze çıkarsa, lütfen kaçırmayın!
Bedri Baykam
bedribaykam1923@gmail.com