Verimsizlik…
Her yerde!
Sabahın erken saatlerinde gözlerinizi açıyorsunuz.
Henüz yataktan kalkmadan,
günün getireceği sorumluluklar birer birer sıralanıyor:
Çocukları okula hazırlamak,
işe yetişmek,
gün boyunca bitmek bilmeyen işlerle boğuşmak…
Annelik ya da babalık fark etmez;
çocukların ihtiyacını karşılamak, işleri yoluna koymak derken;
zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile.
İşin trajikomik yanı, bu yoğunluğun içinde;
“Bugün ne kadar verimliydim?” diye düşünmeye bile, fırsatınız olmuyor.
Çocuklara bakmak;
sadece, onların karnını doyurmak ya da okula göndermekle mi sınırlı?
Onlara; hayatı öğretmek,
düşünme yetisi kazandırmak,
kendine güvenen bireyler olmalarını sağlamak…
Ama gelin görün ki;
bu roller, çoğu zaman toplumun size dayattığı formalitelere boğuluyor.
İşin özü kaçıyor, geriye sadece yapılması gereken görevler kalıyor.
Halbuki; ebeveynlik de, bireysel gelişim de
verimliliği doğru tanımlamaktan geçiyor.
Peki, bu kadar rolün içinde gerçekten ne kadar verimlisiniz?
Biraz gerçekçi olalım:
Hepimizin 24 saati var.
Herkes aynı sınırlı zaman diliminde yaşıyor ama; bu zamanı nasıl kullanıyoruz?
İş yerinde en az 8 saati satıyoruz,
eve kalan birkaç saat ise; dinlenmeye veya sosyal rollere harcanıyor.
Geriye kalan zamanda;
hayattan keyif almak, kendimizi geliştirmek ve sosyal rollerimizi dengelemek için
doğru seçimler yapmaya çalışıyoruz, ama; çoğu zaman bu çaba yetersiz kalıyor.
Vatandaş olarak; devlete karşı sorumluluklarımız,
aile bireyi olarak; üstlendiğimiz görevler ve
iş yerindeki rollerimiz arasında sıkışıp kalıyoruz.
Bu dengeyi kurmak kolay değil, ama;
kuramadığımız sürece, verimlilikten bahsetmek de imkânsız.
İşin ilginç yanı, toplum bizden çok şey bekliyor:
iyi bir eş, iyi bir ebeveyn, iyi bir çalışan ve
iyi bir vatandaş olmamız gerektiğini sürekli hatırlatıyor.
Ama; kimse şunu sormuyor:
Bu beklentiler ne kadar gerçekçi?
Çalıştığınız iş yerinde mesainizi tamamlarken;
emeğinizin karşılığını tam olarak alabiliyor musunuz?
Çoğu zaman hayır.
Verdiğiniz çabanın karşılığı, hak edilen maaş artışı olarak dönmüyor;
emeğiniz göz ardı ediliyor.
Böyle bir düzende, çalışanların verimli olması mümkün mü?
Değil tabii ki.
Aynı şekilde, devletin de vatandaştan beklentileri yüksek:
Vergi öde, kurallara uy, vatandaşlık görevlerini yerine getir.
Peki, devlet bu beklentileri karşılığında size ne sunuyor?
Kaliteli sağlık hizmeti, eğitim ve sosyal güvenlik gibi temel haklar,
tam anlamıyla sağlanıyor mu?
Yine hayır.
Vatandaş olarak görevlerinizi yerine getirirken;
hakkınız olanı tam anlamıyla alamıyorsanız,
burada; ciddi bir verimlilik sorunu var demektir.
Bu dengesizlik, sadece bireyin değil; toplumun da verimliliğini etkiliyor.
İnsan kaynağının kalitesini düşürüyor, uzun vadeli gelişimi engelliyor.
Eğitimden iş dünyasına, aileden topluma kadar,
her alanda; daha dengeli ve adil bir sistem kurulmadan,
verimlilikten bahsetmek zor.
Hepimizin aynı miktarda zamanı var ama;
bu zamanı nasıl kullandığımız, verimliliğimizi belirleyen en önemli faktör.
Zaman yönetimi, sadece bireysel bir mesele değil;
aynı zamanda, toplumsal kalkınmanın da anahtarı.
Çözüm basit gibi görünüyor, ama; uygulaması zor:
Öncelikle, bireylerin emeğinin karşılığını tam olarak alması gerekiyor.
İş yerlerinde adil ücretlendirme,
devlet politikalarında vatandaşın temel haklarının güvence altına alınması şart.
Aile içindeki sorumlulukların eşit paylaşılması,
bireylerin kişisel gelişime zaman ayırabilmesi önemli.
Yani, dengeyi sağlamak gerekiyor;
bireysel çabanın karşılık bulduğu, sorumlulukların adil dağıtıldığı bir denge.
Verimlilik, sadece daha fazla çalışmak değil;
doğru şeylere odaklanmaktır.
İnsan kaynağının kalitesini artıracak bir sistem;
bireyden topluma kadar her seviyede, dönüşüm sağlar.
Hepimizin 24 saati var; mesele, onu doldurmak değil;
doldurduğun şeyin sana ne kattığı.
Verimlilik, zamanı doğru yönetmekten çok;
onu anlamlı kılmakla ilgilidir.
Kimi gününü tüketir, kimi ise; o günü yaşar;
işte farkı yaratan tam da budur.
Hayat bir denge oyunuysa, kazananlar; zamanı kontrol edenlerdir.