Şirketlerde; ücretle çalışanların çok önemli bir bölümünün üzerinde,
kredi kartı borcu yükünün olduğu;
işten çıkarılan ücretlilerin ağızlarından dökülen
‘kredi kartı borcum var’ ben şimdi ne yapacağım,
serzenişlerine şahit olduğum durumlar,
zorunlu borçlanmaların yarattığı baskıların; küçük bir göstergesidir.
Tarihi olarak baktığımızda;
halkın önemli bir kısmının üzerinde oluşan borçların başladığı durumlar,
bazı ayrıcalıkları sınıfların doğmasından itibaren, eşitsizliklerin arttığı ve
hala devam ettiği, geçmiş yüzyıllardan gelmektedir.
Son günlerdeki gelişmeler,
ayrıcalıklı olan ve her geçen gün ayrıcalıkları artan yönetim-baskı sınıflarının,
hak arama konusunda; ellerindeki bütün imkânlarla, uyguladıkları baskılarını
daha da artırmaya devam görüntüleri, günümüz için bir göstergedir.
Böylesi bir durumun varlığı;
toplumun önemli bir kısmının, sanki bilinçli bir şekilde borçlandırılarak;
günümüzün şartlarıyla, geçmiş yüzyılların şartları kısmen de olsa eşitleniyor bence.
Kaynakların eşit dağıtılmaması,
GSMH'nın bölüşümünün adaletli yapılmaması sonucu, fakirleşen halkın;
borç yükü daha da artarak,
hak aramanın; ekonomik baskı altında, sanki göz ardı edilebilmesi amaçlanmaktadır.
Neticede;
fakirleşme-borç yükü baskısı ile
fakirleşmeye verilen tepkiler sonucu meydana gelen eylemler,
paradoksa dönüşmüş durumdadır.
Günümüz bilgi ve iletişim çağında;
geçmiş yüzyıllardaki gibi hak aramanın, daha kısıtlı olduğu dönemlere göre,
artan oranda eyleme dönüşmesi, baskı yönetimlerinin;
karanlık çağlardan, bir tık daha sonraki çağlara ait zihniyetlerini değiştirip;
ülkelerin, daha da geriye gitmeleri önlemeleri gerekir.
Tarihi anlamda, çok detaya girilmeden;
günümüzdeki eşitsizliklerin benzerliğine, kısaca bakalım.
Kazanç yoksa birlik var:
MÖ 12. yüzyıldan 9. yüzyıla kadar olan dönem, karanlık dönem olarak adlandırılıyor.
Karanlık Çağlarda, ekonomide ciddi gerilemeler olduğu için
temel ekonomisi tarım ekonomisine bağlı olan kabilelerde;
topraklar, topluluğun ortak malı olarak kabul edilmiş,
topraklar, topluluk üyelerine, şöyle ya da böyle eşit bir biçimde paylaştırılmış - yani;
kazancın olmadığı yerde, birlik ve beraberlik doğmuş olup;
toplulukların kültleri ve kültürleri değişmeden,
birbirlerine bağlılık ve eşitlikçi kurallara göre; yaşamı devam ettirebilmişler.
Kazanç varsa, ayrıcalıklı sınıf ortaya çıkar:
MÖ. 8. ve 7. Yüzyıllar arasında;
Yunanistan’da şehir devleti olarak doğan,
Polis’ten sonraki yüzyıldan itibaren;
ticaretin ve para ekonomisinin canlanmaya başlamasıyla,
bu küçük topluluklarda; şefler ve benzeri ayrıcalıklı roller üstlenmiş olan
bazı kişilikler; kendilerini aristokratik, soylu sınıflar olarak örgütlemeye ve
toprakları; yavaş yavaş, kişisel mülkleri haline getirmeyi başarmışlar.
İşte, topluluk içindeki farklı konumlarını;
soy bağlarına ve büyük toprak sahipliğine dönüştürme BECERİSİ gösterebilenler,
ekonomik güçlerini kullanarak;
başat rol oynayan bir sınıfa dönüştükleri gelişmelerden itibaren,
mali-ekonomik sorunların doğduğu döneme, girilmiş oluyor.
Asıl sorun;
aristokrat sınıfın doğuşuyla birlikte,
toplum arasında oluşan eşitsizlik arttıkça;
borç köleliğinin başlamış olması.
Yani; yoksulların, kendilerini ve aile fertlerini
borçları karşılığında;teminat olarak göstermesi sonucu,
o dönemlerde adı konulmuş ama;
yaşadığımız yüzyılda adı konulmamış olan ve
hane halklarının borç yükünün önemli bir kısmını oluşturan
kredi kartı borçlarının ‘borç köleliğinin’ devam ettiğinin bir göstergesidir, bence.
Bizim ülkemizde aristokrat sınıfı oluşmamasına rağmen;
aşırı zengin bir sınıfın varlığı, aynı şartlara tekabül etmektedir.
Gelişmeleri bilinen bu tarihi aşamaların,
siyaset-mekân kavramlarının değişikliğe uğraması dışında;
aynı zihniyetle devam ettirilmeye çalışıldığı çağ dışı yaklaşımların,
kabul edilmesi mümkün değil; olmaması da gerekir.
-----
Batı’da siyasal düşünceler, kitabının 24. ve 25. sayfalarından yararlanılmıştır.
-----
Cengiz HERGÜNLÜ
SMMM-Bağımsız Denetçi