![]() |
Tweet |
CHP’de kazan yine kaynıyor.
Geçtiğimiz hafta, Özgür Özel ve Örsan Öymen;
aynı gün, Genel Merkez’de Genel Başkan aday adaylıklarını açıkladılar.
Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan bir çeşit “İzninizle rakibiniz olabilir miyim?”
şeklinde icazet isteyip, aday oldu.
Öymen ise; kendi çıkışıyla, tabii ki Genel Merkez’den “izin” almadan
adaylığını ilan etti!
Parti Meclisi eski Üyesi Prof. Örsan Öymen; adaylık açıklama sürecinde,
tercihini; geleneksel politik kampanya metodolojisinden uzak, akademik bir dilden yana yaptı.
Parti içi demokrasi konusu ve diğer birçok başlıkta,
benzer görüşler paylaştığım değerli dostum Öymen;
genel başkan aday adaylığı sürecini,
içerik olarak çok zengin bir metinle sunmakla birlikte, ana mesajını;
halka ve medyaya nasıl iletecek, buna da zamanla şahit olacağız sanıyorum.
Öymen; aday adaylığı açıklamasını,
medya kuruluşlarının haberleri baskıya yahut yayına
daha kolay yetiştirebildiği saatlerde yapabilseydi,
tabii ki; daha geniş bir kitleye, daha kısa sürede ulaşabilirdi.
Uzun yıllardır temelinde var olan akademisyenlik,
hitabet tarzında da kendini belli ediyordu.
İdeolojik olarak; parti programına gereken “demokratik yönü” verecek donanıma sahip
çok önemli dostlarımdandır, kendisi.
Kararlı bir muhalif olarak;
zamanlama seçimleriyle masaya vurduğu yumruk, daha sert bir etki yaratabilirdi…
hala da yaratabilir!
Özgür Özel, farklı bir konumda;
bir yandan,
“Seçimden sonra özeleştiri yapmamız lazımdı yapamadık” şeklinde yakınmalar içinde,
“üzerime düşeni yapacağım, sorumluluksa sorumluk, fedakarlıksa fedakarlık” diyerek,
başladı kampanyasına.
Ancak, öte yandan;
doğal olarak, Genel Merkez’e karşı açık bir muhalefet yapamıyor, çünkü;
daha düne kadar,
Genel Başkan’la aynı kaptan köşkünün içinde ve zaten aynı frekanstaydı.
Şimdiyse;
hem kendisine rakip görünüyor, hem de saygıda kusur etmeden;
“bastığı toprağın kaygan zemin olup olmadığını” hissetmeye çalışıyor!
Ki; bu da kolay bir yöntem değil…
Ayrıca; Özel adaylığını açıkladı, ancak; grup başkanvekililiğinden istifa etmedi.
Bu da, tabii kendisinin bir muhalif olarak algılanabilmesini,
halkın nezdinde pek kolaylaştırmıyor.
Bir de buna bağlı olarak; şu soru aklımıza geliyor:
Yarın, Özel bu seçimi kaybederse;
Kılıçdaroğlu’nun Grup Başkanvekili olarak yoluna devam edecek mi?
Herhalde, “kontrollü adaylık” söylemleri;
buna benzer şüpheler yüzünden, ortaya çıkıyor…
Son seçim sonrası, dilden düşmeyen yenilenme söylemleri furyasında;
bırakın Kılıçdaroğlu’nu, değişim adına genel başkanlık için adı geçen
Özel veya geçmişte İmamoğlu’nun da bu sihirli “değişim”sözünden ne anladıkları,
bir türlü anlaşılamadı.
Hakkını yemeyelim;
İmamoğlu zaten, net olarak başkanlık yarışından vazgeçip İstanbul’a yoğunlaşınca,
partiyi bir devrime ve dönüşüme sokma iddiaları artık geçerli olmadığı için,
onun tavrını eleştiremeyiz.
Ama; doğruyu söylemek lazım:
Özel’den, mesela Demokratik Dijital Devrim Tüzüğü (D3) gibi;
amacı ve mesajı net bir metne karşı ne düşündüğünü,
ne kadarını onayladığını
ne kadarını yaşama geçirip geçirmeyeceğini; öğrenmek ister, CHP’nin tabanı.
“Değişim” içeriksiz kalmamalı.
Özel, kamuoyunda haklı bir itibarı olan çok önemli bir genç siyasetçi.
Yıllardır, kitlelerin AKP baskısı karşısındaki en güvendiği seslerden biri.
Kendisinin;
bu konularda hızla somutlaşmasını,
Parti içi Demokrasi konusunda hangi noktada olduğunu,
net olarak belirlemesini, temenni ediyorum.
Değerli hukuk insanı ve
eski CHP Milletvekili İlhan Cihaner’in de adaylığı konuşuluyor,
ancak; henüz bu konu somutlaşmadığından, ele alamıyoruz.
Onun tavrını ve çizeceği yol haritasını da merak ediyorum.
Cihaner de, aday adaylığını açıklamış diğer iki isim gibi, son derece saygıdeğer bir siyasetçi.
KILIÇDAROĞLU VE ÇEVRESİ BİLDİĞİNİZ GİBİ
Yaşadığımız ortama dikkatle bakarsak,
şimdiden “değişti” denilmesine rağmen;
halkın nezdinde CHP’li Parti Sözcüsü değişmedi ve
Genel Başkan da tekrar aday olmayacağını açıklamadı.
Hatta; “Beni aday gösterirlerse aday olurum, Parti’nin örgütü nasıl karar verirse…” diyerek,
yurdumuzda epey revaçta olan “istemem yan cebime koy” olarak bilinen taktiği
yüksek beceriyle sürdürüyor.
Süren il kongrelerinde ise;
maalesef, “blok liste” ısrarı;
birçok yerde gerilime ve hatta, çeşitli olayların yaşanmasına neden oluyor.
Tabii; Türkiye, bu bahtsız seçimlerden sonra ana muhalefet partisinde
“yeter artık değişim istiyoruz” diye inlerken;
yerleşik yapının, hala kendi oligarşik sistemini ısrarla ve inatla korumaya çalışması,
parti içi demokrasinin temel yöntemi olan “çarşaf liste”ye yanaşmaması,
insana gerçekten pes dedirtiyor!
AKŞENER VE KART’IN AÇIKLAMALARI “YOK ARTIK” DEDİRTİYOR!
Ana muhalefet partisinde bunlar yaşanırken;
Meral Akşener, ısrarla; yerel seçimlere ittifaksız/yalnız katılacaklarını vurgulayarak,
Mart 2024 gidişatını; Cumhur İttifakı lehine, şimdiden yönlendirmiş oldu.
Son anda, iktidar partisine mi yanaşacak,
yoksa; yine son anda, tavır değiştirip;
İmamoğlu’nun istediği gibi Millet İttifakı’nın önü mü açılacak,
yaşayarak göreceğiz.
Ancak; Akşener’in, Kılıçdaroğlu’nun kendisine;
2018’de Abdullah Gül ismini dayatmaya kalkmasını yıllar sonra itiraf edişi, çok önemli!
Çünkü; biz, siyasi tecrübe ve derinlik ile bunun böyle olduğunu,
zaten hem biliyorduk, hem tahminlerimizle örtüşen duyumları, fazlasıyla almıştık.
Ancak; bunun açıkça teyid edilmiş olması,
CHP Genel Başkanı’nın, Ekmelettin İhsanoğlu faciasından
hiçbir ders almamış olduğunu tarihi şekilde kanıtlayan,
“yaşama geçirilememiş dramatik bir gafı” olarak kayıtlara geçti.
Bunun dışında;
CHP eski Milletvekili Atilla Kart’ın,
Nevşin Mengü ile yaptığı uzun röportajda vurguladıkları,
yine aynı şekilde Kılıçdaroğlu’nun,
artık; CHP Genel Başkanlığı’nda oturmaması gerektiğini kanıtlayan,
akıl almaz bir olayı; üzücü şekilde belgeliyor.
Kart, 16 Nisan 2017’de yapılan referandumda;
mühürlü olmayan -ve dolayısıyla şaibeli- oy zarflarının
geçerli sayılmasına karşı yapılan itirazın,
Danıştay’dan dönüp iç hukuk yollarının tükenmesi üzerine;
45 gün gibi rekor bir sürede düzenlenen dava dosyasını,
AİHM’e gitmeye hazır hale getirdiğini hatırlatıyor ve
kendisine verilen parti adına dava açma yetkisinin, son anda geri çekildiğini ve
“bu davayı açacaksa, parti adına değil; şahsi olarak açabileceği”nin
tam Strasbourg’a gidecekken kendisine son anda bildirildiğini ve
bu yüzden bir fiyasko yaşandığını,
bugün hala; bu olayı isyan ederek, izleyicilerle paylaştı.
Buna ne denebilir ki?
Şu denebilir:
bütün bunlar üst üste eklendiğinde;
artık, daha fazla CHP’nin örgütü ile, tarihi ile, kurucularıyla
hiç kimsenin alay etme hakkı olmadığını görmemiz ve yüksek sesle bağırmamız lazım!
Bardak, doldu taştı; nehir oldu, sel oldu!
Bedri Baykam