Bir deniz, iki donanma, sonsuz çatışma
Ortadoğu’da tarih boyunca bitmeyen tek şey, krizdir;
sadece oyuncular değişir.
Bugün sahnede, Türkiye ve İsrail var.
İsrail’in, Suriye’de; Türk yapımı radarları ve silah sistemlerini vurması,
sadece askeri bir operasyon değil; aynı zamanda ekonomik bir mesaj.
Çünkü; Türkiye’nin yıllardır anlattığı “savunma sanayii mucizesi” hikâyesi,
ilk ciddi sınavını tam da böyle alıyor.
Savunma ihracatıyla övünmek güzel;
ama, o ihracatın sahada ateşe tutulmasıyla başlayan hikâye; çok daha gerçekçi.
Ve ateşin olduğu yerde, sadece metal değil; prestij de eriyor.
Türkiye ile İsrail’in donanmalarının Doğu Akdeniz’de birbirine bakması,
aslında; 1974 Kıbrıs sonrası yaşanan tabloya, ürkütücü şekilde benziyor.
O gün Ege’de; Yunanistan ile donanmalar burun buruna gelmişti,
bugün benzeri, Tel Aviv’le denizde yaşanabilir.
Fark şu:
Bugün, denizin dibinde; trilyon dolarlık doğal gaz rezervleri var.
Yani; olası bir kıvılcımın maliyeti, sadece askeri değil, doğrudan ekonomik bir deprem olur.
Kudüs’ten Kıbrıs’a Uzanan Kriz Zinciri
Gerilimin merkezinde; Suriye var gibi görünse de aslında,
hat; Akdeniz’den Kıbrıs’a, oradan Avrupa’ya kadar uzanıyor.
İsrail’in Akdeniz’deki enerji projeleri,
Türkiye’nin “Mavi Vatan” vizyonuyla çakışıyor.
Denklem şu:
İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs üçgeni üzerinden; Avrupa’ya enerji satmak istiyor;
Türkiye ise; bu hattın dışında bırakılmayı, hazmedemiyor.
Tarihsel kıyasa ihtiyaç mı var?
19. yüzyılda, Osmanlı’nın Bağdat Demiryolu projesinde yaşanan
çıkar çatışmalarını hatırlayın.
Almanlar, İngilizler, Fransızlar hattın güzergâhı için yıllarca kapıştı.
Bugün, o hattın yerini boru hatları aldı; aktörler değişti, ama; kavga aynı:
“Geçiş yolunun kimde kalacağı.”
İsrail’in askeri gücünün dorukta olduğu bir dönemde,
Türkiye’nin bu masada eli güçlü mü?
Rakamlara bakalım:
İsrail’in yıllık savunma harcaması 24 milyar dolar,
Türkiye’ninki 15 milyar dolar civarında.
Kişi başına silah harcamasında,
İsrail’in; Türkiye’nin dört katı önde olduğunu da ekleyelim.
Yani; mesele sadece gemi sayısı değil, teknoloji ve kapasite.
Stratejik Deprem Senaryosu
Bir çatışma senaryosu kuralım:
Suriye’de başlayan sürtüşme, kısa sürede Akdeniz’e sıçrıyor.
Türk donanması İsrail’in sondaj gemilerini taciz ediyor, karşılık geliyor,
NATO sessiz kalıyor çünkü; üye ülkeler arasında, çıkar çatışması var.
Birkaç hafta içinde enerji fiyatları fırlıyor,
Türkiye’nin ithalat faturası katlanıyor.
Döviz zaten kıt, risk primleri uçuyor.
1970’lerdeki petrol krizi nasıl bir siyasi deprem yarattıysa,
2020’lerde olası bir Türkiye–İsrail çatışması da
aynı şekilde bölgesel fay hatlarını harekete geçirir.
NATO’nun güney kanadı çatırdar, AB bölünür;
Rusya fırsat kollarken, Çin bile; Akdeniz’de yeni liman hayalleri kurar.
Tarihten ders mi?
1950’lerde Kore Savaşı’na katılan Türkiye, Batı için büyük fedakârlık yaptı.
Karşılığında kısa vadeli bir prestij kazandı ama;
uzun vadede ekonomik mucizeyi yaratamadı.
İsrail’le olası bir gerilim de aynı formülü tekrarlayabilir:
Yüksek bedel, düşük kazanç.
Son Söz
Türkiye’nin Ortadoğu’daki en büyük handikabı,
gücünü; çoğu zaman duygusal tepkilerle kullanması.
İsrail bugün, stratejik olarak;
Ankara’nın önüne engel koymakta daha rahat,
çünkü; arkasında ABD desteği, elinde teknolojik üstünlük var.
Türkiye ise; ekonomik kırılganlıklarla boğuşurken bir de böyle bir krize girerse,
tarih kitaplarında adı “stratejik deprem” olarak anılacak bir tabloyla, karşılaşabiliriz.