Shell ile 10 Yıllık Dostluk Masalı
Geçtiğimiz günlerde;
BOTAŞ ile İngiliz enerji devi Shell arasında,
10 yıllık bir LNG anlaşması imzalandı.
Türk yetkililer;
törende, “Türkiye artık enerji üssü oluyor” diye; gururla konuştu.
Rakam da küçük değil:
Yılda 40 LNG kargosu, yaklaşık 4 milyar metreküp gaz,
2027’den itibaren; Türkiye’ye gelecek.
İlk bakışta kulağa umut verici geliyor.
Ama; işin hikâyesine biraz yakından bakınca,
bu tür anlaşmaların geçmişte nasıl “bağımsızlık yerine bağımlılık” yarattığını
hatırlamak gerekiyor.
Rakamların Ardındaki Siyaset
Türkiye’nin yıllık doğalgaz tüketimi;
2023’te 51 milyar metreküp civarında gerçekleşti.
Bu anlaşmayla gelen 4 milyar metreküp, toplam ihtiyacın sadece yüzde 8’i.
Yani; stratejik bir destek, ama; oyunu tek başına değiştirecek büyüklük değil.
Buna rağmen;
hükümetin açıklamalarında, bu anlaşma;
“Türkiye’yi enerji hub’ı yapacak” gibi sunuluyor.
Buradaki paradoks şu:
Evet; Türkiye farklı kaynaklardan gaz aldığı ölçüde,
Rusya’ya olan bağımlılığını azaltıyor.
Ama, öte yandan; her yeni uzun vadeli anlaşma, ülkeyi başka bir tedarikçiye kilitliyor.
Rusya, Azerbaycan, İran derken; şimdi İngilizler.
Enerji bağımsızlığı derken,
aslında; enerji bağımlılıklarını çeşitlendirmek gibi bir tablo çıkıyor, karşımıza.
Tarihten Dersler
Bu noktada, hafızayı biraz tazeleyelim.
1970’lerdeki petrol krizini hatırlayanlar vardır.
Türkiye o dönemde, İran’dan uygun petrol bulduğu için sevinmişti.
Ama 1979’da İran Devrimi olunca; o “uygun petrol” bir anda, musluk gibi kesildi.
Siyasi değişim, anlaşmaları bir gecede; kağıt parçasına çevirmişti.
1990’larda Rusya ile yapılan doğalgaz anlaşmalarında
“stratejik ortaklık” denilmişti.
O gün atılan imzalar, hâlâ cebimizden çıkıyor.
Çünkü; fiyat formülleri, uzun yıllar Türkiye aleyhine çalıştı;
hem de Rusya’ya politik bağımlılığı artırdı.
Bugün Shell ile yapılan anlaşma da aynı mantıkla işliyor:
Şimdiden 10 yıl boyunca, “biz sizden şu kadar LNG alacağız” diye söz veriyorsunuz.
Peki; ya 2030’larda enerji piyasaları bambaşka bir noktaya gelirse?
Ya da Avrupa; yeşil dönüşümle, doğalgazdan uzaklaşırken;
Türkiye hâlâ, bu anlaşmaların faturasını ödemek zorunda kalırsa?
Vitrindeki Hub, Kasadaki Fatura
Enerji Bakanı anlaşmayı imzalarken;
“Türkiye Avrupa’nın enerji güvenliğine katkı sağlıyor” dedi.
Doğrudur.
Ama; Avrupa için köprü olmakla,
vatandaşın; evinde doğal gaz faturasını ödeyebilmesi arasında, ciddi bir mesafe var.
2024 verilerine göre;
Türkiye’de hane halkının enerji harcamaları,
bütçelerinin yüzde 14’üne ulaştı.
Avrupa ortalaması ise; yüzde 6 civarında.
Yani; biz Avrupa’nın enerji güvenliği için “hub” olurken,
vatandaş; kendi mutfağında, tüp gaz parasıyla boğuşuyor.
Enerji koridoru olmanın faturası;
halka, “yüksek elektrik ve doğal gaz fiyatı” olarak dönüyor.
İroninin İnceliği
Bu noktada işin ironisi şurada:
İmzalar atılıyor, törenler yapılıyor, fotoğraflar servis ediliyor.
Devlet, “stratejik vizyon”dan bahsediyor.
Ama; üç ay sonra, bir vatandaş faturasını ödeyemediği için doğal gazı kesiliyor.
Yani; imzanın stratejik değeri, mutfaktaki faturanın stratejik yükünü hafifletmiyor.
Aslında; Türkiye’nin enerji politikası,
tıpkı; 19. yüzyılda Osmanlı’nın dış borç politikası gibi:
Her anlaşma; günü kurtarıyor, ama; geleceği, biraz daha ipotek altına alıyor.
O dönem; Düyun-u Umumiye gelirleri yıllarca Osmanlı’nın cebinden çıkmıştı.
Bugün de uzun vadeli enerji kontratları,
geleceğin fiyatlarını bugünden belirleyerek; ekonomiyi sıkıştırıyor.
Sonuç
Evet, Shell ile yapılan anlaşma kâğıt üstünde güzel.
Çeşitlendirme, güvence, prestij…
Ama; bu topraklarda enerji anlaşmalarının tarihine bakınca,
her imzanın ardında; bir bağımlılık hikâyesi saklıdır.
Kısacası;
törende kurdeleyi hep birlikte kesiyoruz,
ama; faturayı tek başımıza ödüyoruz.
Enerji bağımsızlığı masalı,
aslında bağımlılıkların daha rafine bir koleksiyonudur.