Cüzdanda para değil, borç limitleri dolaşıyor;
herkes orta sınıf sanıyor ama; aslında, ‘borç sınıfı’na terfi etmiş durumda.
Türkiye’de artık kimse “nakit mi kart mı?” diye sormuyor.
Çünkü; nakit, nostalji oldu.
Cüzdanlarda, para değil; kartlar var.
Hatta; çoğu zaman, cüzdan da yok;
telefon ekranına kaydedilmiş sanal kartlarla yaşıyoruz.
Vatandaş, maaşını bankadan değil; bankanın dijital ekranından görüyor.
BKM’nin Temmuz 2025 verilerine bakalım:
Türkiye’de toplam kart ödemeleri 2 trilyon 163 milyar lira.
Bunun 1 trilyon 844 milyar lirası kredi kartıyla yapılmış.
Yani; her 100 liralık harcamanın 85’i, borçla yapılmış.
Taksitlerle bölündüğü için kimse fark etmiyor;
ama, gerçek şu: maaş daha hesaba yatmadan, çoktan harcanmış.
Kart sayıları ise adeta Guinness rekoru gibi:
136,7 milyon kredi kartı,
215,5 milyon banka kartı,
92,2 milyon ön ödemeli kart.
Toplamda 444 milyon kart.
Türkiye’nin nüfusu 85 milyon.
Yani; kişi başı ortalama 5,2 kart. Bebeğiyle, yaşlısıyla…
Dünyada, böyle bir “plastik yoğunluğu” çok az ülkede var.
Bu hikâyenin kökleri, 90’lara uzanıyor.
1990’ların sonunda, Türkiye’de kredi kartı sayısı 5 milyon civarındaydı.
2001 krizi patladığında; vatandaşın borcu sınırlıydı, çünkü; kartı yoktu.
O yüzden, kriz en çok bankaları vurdu.
2008 küresel krizinden sonra; bankalar, kart dağıtmayı milli spor haline getirdi:
“Hoş geldiniz, limitiniz 10 bin lira.”
O dönemde kredi kartı sayısı 40 milyonu geçti.
2018 kur şoku sonrası ise; kart sayısı 70 milyona dayanmıştı.
Bugün, 136 milyon kredi kartı var; yani, 7 yılda neredeyse iki katına çıktı.
Borç miktarı da astronomik.
2002’de kredi kartı borçları toplam 4 milyar TL’ydi.
2010’da 45 milyar TL’ye çıktı.
2020’de 110 milyar TL.
Bugün? 1,8 trilyon TL sadece kredi kartı harcaması.
Yani; 20 yılda borç 450 kat büyüdü.
Aynı dönemde, asgari ücret kaç kat büyüdü?
50 kat.
Matematik ortada: borç, maaşı sollayıp gidiyor.
İşin en ironik tarafı şu:
Türk halkı, borçlanırken bile; gururlu.
Bankanın “limitinizi artırdık” mesajını, bir ödül gibi görüyor.
Maaş, 22 bin lira ama; kart limiti 50 bin.
Vatandaş, kendini orta sınıf sanıyor,
oysa aslında; “borç sınıfı.”
Ekonomik kimlik kartı: kredi kartı.
Peki, bu neden önemli?
Çünkü; kartla yapılan her harcama, enflasyonu da şişiriyor.
Vatandaşın borçla yaptığı tüketim, piyasada “talep var” algısı yaratıyor.
Devlet KDV ve ÖTV topluyor, bankalar faiz geliri kazanıyor.
Yani; sistem üçlü mutabakatla işliyor:
vatandaş borçlanıyor, devlet kazanıyor, banka seviniyor.
Ay sonunda ise; vatandaş faturaya bakıp şok oluyor.
Tarihsel kıyasa gelelim:
1994 krizinde insanlar maaşlarını çek defterleriyle harcıyordu,
sonra karşılıksız çekler patladı.
2001’de döviz borcu yüzünden şirketler battı.
Bugün 2025’te, bireyler kredi kartı borcu sayesinde; ayakta duruyor.
Yani; 30 yılda değişen tek şey, krizin aktörü:
önce şirketler battı, şimdi bireyler borca battı.
Vatandaşın günlük hayatına bakınca, tablo daha net.
Pazara giden anne, 500 liralık alışverişi 3 taksite bölüyor.
Çocuk, okul çantası istiyor; baba, “kartla hallederiz” diyor.
Elektrik faturası bile; artık taksitli ödeniyor.
Türkçe’de en çok kullanılan cümlelerden biri haline geldi:
“Asgarisini ödeyeyim yeter.”
Oysa; asgari ödeme, faiz çarkının en tatlı tuzağı.
Sonuç?
Türkiye bugün, gerçek anlamda bir Plastik Para Cumhuriyeti.
Vatandaşın yaşam standardı, maaşıyla değil; kart limitleriyle ölçülüyor.
Ekonomi büyüyor gibi görünüyor, çünkü; herkes borçla tüketiyor.
Ama; bu büyüme bir illüzyon: vitrin ışıl ışıl, kasa boş.
Ağustos 2025’in özeti şu:
Kart borçları trilyonları aştı, ama; sofradaki tabak hâlâ eksik.
Plastik var, para yok.